Masallara inanan bir kız çocuğuydum.
Büyüdüm, bu sefer de bana her söylenene inanmaya başladım.
Samimiyetin bütün duvarları yıkacağını sandığımdan mıdır nedir, ne kadar samimi olduysam o kadar yara aldım. Samimiyet güven demekti bana göre ve insanlara her zaman güvendim.
Hislerime güvendim ilk gençlik yıllarımda. Bana her zaman en doğru yolu göstereceklerine inandım, ama toydum. Yaşım ilerledikçe, tecrübelerin de yardımıyla insanları daha iyi anlayacağımı düşündüm. Gençlikteki gibi her şeye inanmazdım herhalde artık. Akıllanmıştım ya.
Heyhat! Ne büyük yalan!
Ben inanmaya devam ettim. Aslında büyüdükçe, darbeler de daha büyük oluyormuş… İnsan güvenmekten vazgeçmedikçe, hislerine inandıkça, oradan oraya savruluyormuş. İnsanlar iki günde değil, bir dakikada bile değişebiliyormuş falan filan.
Zaman değişip, hikâyeler sanallaştıkça; iletişim kurmak kolaylaşıp, ilişki kurmak zorlaştıkça; gerçekten kurduğunu sandığın bağlar, inandığın insanlar da sana kolayca yalan söyleyebiliyormuş.
Neden bu yazıyı şimdiki zamanın rivayetiyle yazıyorum? Bilmiyorum. Belki de geçmişe öteleyerek yaşadıklarımı, şimdinin hayalkırıklığından kaçmak için, mutsuzluğumu örtbas etmek içindir kimbilir?
Ben bile bilmiyorum, çünkü kendime yalanlar söylüyorum. Sadece kendimi kötü hissetmemek için canım, başka bir şeyden değil. Kendimi kandırdığımda hayat daha çekilir oluyor. Nasıl olsa dünya yalan söylüyor. Ben kendime yalan söylemişim çok mu?