Gündüzlerin geceleri kovalamadığı günlere uyanmaktayım. Her uyanışımda yeni bir yola çıkma kararı alıyor, akşam olunca kararımı rafa kaldırıyorum. Her yeni gün aynı çemberde saatlerce yürüyor, hayatıma katacağım anlamları önem sırasına göre listeliyor, yürüyüşün sonunda hepsini unutuyorum.
Yine böyle bir gün, önceki hatalarımdan ders aldığımdan emin yürümeye başlamıştım. Bu yürüyüş beni masmavi bir deniz kenarına kadar götürmüştü. Üstelik deniz olabildiğince temiz ve sakindi. Geçtim karşısına oturdum. Sanki ilk kez karşı cinsle buluşuyor gibi tedirgin ne diyeceğini bilemez haldeydim.
Sustum.
Susmam karşı tarafın daha çok konuşmasını sağlamıştı. O konuşuyor, ben önceki hatalarıma düşmemek için susuyor ya da bir başkası gibi davranıyordum. Bu beni bi’ hayli yoruyordu. Aynı hatanın bir nefes kadar uzakta oluşunun farkındalığı, aynı hatanın bir öncekinden daha cazip geliyor olması.
Korkuyorum.
Korkum, kimliksizliği peşinden getiriyordu. Keşke korkmasaydım diyorum kendime. Kimliksiz ilişkiler silsilesinin, beni bitkin halde bırakmasından feci şekilde sıkılmış olmanın verdiği huzursuzluk boğazıma iki el gibi yapışıyor. Ellerim, boğazımdaki elleri sanki bir daha bırakmayacakmış gibi tutmaya başlıyor.
Kimliksiz olalım mı?
Belki bir şiir oluruz.