Ağustos ve Eylül nasıl geçti?

Ekim ayını da bitirmeden bu post’u yazsam iyi olacak diye düşündüm 🙂 Temmuz başında, tam istifa etmiş ve en azından iki ay tatil yapar dinlenirim demişken, yine evdeki hesap çarşıya uymadı. Kendimi Ağustos başı itibariyle istanbul.com adlı internet sitesinde editör olarak işe başlamış olarak buldum. Ama işim istanbul.com ‘la sınırlı kalmadı, bunun yanında Luxury in Istanbul dergisinin de editörü oldum. Bir de Cityberryadında İstanbul’da ayrıcalıklar sunan, bir Mastercard projesinin de sosyal medya yönetimiyle ilgilenmeye başladım, aynı zamanda istanbul.com ‘un sosyal medyası da bende. Ne kadar çok şey yapıyorum değil mi? Freelance yaptığım işleri buraya eklemedim yani düşünün 🙂

Ağustos ayının etkinliklerinden biri her sene geleneksel olarak gerçekleştirdiğimiz CCKK iftarıydı. (Yani Coca-Cola Kolleksiyonerler Kulübü.) İftar mekanını Moda Deniz Kulübü olarak anlayıp, yanlış yere gittiğim ve sonrasında Moda Spor Kulübü’nü bulup, hayalkırıklığı yaşamış olsam da kolleksiyoner arkadaşlarımla buluşmak keyifliydi. Bir akşamımızı Merve ile birlikte sanata ve sanatçıya ayırdık. Sırasıyla; İstanbul Modern’de Burhan Doğançay Sergisi’ni gezerek başladığımız geceye, Tophane-i Amire’deki The Great Masters sergisiyle devam ettik. Temmuz sonunda İtalya’da olup, bütün eserlerin gerçeklerini gördükten sonra bu sergiyi gezmek hiçbir zevk vermedi haliyle ve çok da vasat geldi.

Ama Burhan Doğançay için aynısını söyleyemeyeceğim. Gezdiğim en güzel sergilerden biriydi. Sergi izlenimlerimi de burayayazmıştım. Sergi gezimizi bitirdikten sonra acıkan karınlarımızı, benim sayemde bir Fasuli fanı olan Merve’yle birlikte Fasuli’de doyurduk. Daha sonra istikametimiz Arkeoloji Müzesi’nde Ramazan’da Caz Etkinlikleri’nin kapanış konseri olan İlhan Erşahin konseriydi. Arkeoloji Müzesi’nin ambiansı hiçbir yerde yok, büyüleyici bence, konser de öyle oldu 🙂

Göksel konseri Şubat ayında, İKSV Salon’daki albüm tanıtım konserinden sonra çok beklediğim bir konserdi. Çünkü Bi’ Büyük Fest’te trafiğe takıldığımız için Göksel’i kaçırmıştık. Biletlerimizi yakala.co ‘dan alıp da gidelim dedik, demez olaydık! Parasını ödediğimiz, mesajı ve maili gelmiş biletlerimizle giremedik. Çünkü kapıdaki listede adımız yoktu. O kadar zorluk çıkardılar ki. Bir daha yakala.co ‘dan bir şey almamaya yemin ettik. Standda duran çocuğun terbiyesizliğine ise ayrıca değinmiyorum, zira yazarken bile aklıma geldikçe sinirleniyorum. yakala.co ‘nun rezaletini Turkcell çalışanlarının ilgisiyle kapattık. Bizi Turkcell misafir etti. Bu yıl Kuruçeşme Arena konserlerinde bir nevi sponsorum gibiydi Turkcell ve gelecek yıl nerede yaparlar bilmem ama konser blogger’i olmaya talibim 🙂   Kutlu doğum ayım olması nedeniyle Ağustos ayında doğum günü etkinliklerine şahit olduğumu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Doğum günlerini hiç sevmiyorum ve her sene farklı hayalkırıklıklarına uğruyorum. Yalnız doğum günümden iki gün önce, Burgazada’nın bünyemde yarattığı üzüntüler gark etmesin diye ada değişikliği yaparak, Heybeliada’da Sedef, Merve, Onur ve Müge’yle eğlenceli bir gün geçirdik. Bayram geldiğinde her zaman olduğu gibi Edirne’deydik, Yalnız bu sefer bayramın bizim için anlamı farklıydı. Kuzenim Yiğit’in düğünü vardı. Çok eğlendiğim bir kına gecesi ve düğün oldu. Tabii bayram nedeniyle yapılan baklavaları ve yemekleri de unutmamak lazım yazının bu noktasında…   Uzun zamandır bir türlü beraber buluşmayı başaramadığımız Dilay, Nirva ve Sevcan’la da geleneksel Kiki girls night out’u Ağustos ayında gerçekleştirmiş olduk. Moralimin çok bozuk olduğu bir güne denk gelmiş olsa da, aylar öncesinden planı yapılmış olan Küçükçiftlik Park’taki Feist konserine resmen sürünerek gittim. Kafamda iyi miydi, kötü müydü çok bir şey kalmamış. Bedenim orada olup, kafam uçmuş olduğu için sanırım. Konserden sonraki sabah ise, yeni bir güne ve yeni bir hayata uyandım resmen ve Ihlamur Kasrı’ndaki kahvaltının da bunda olumlu bir etkisi oldu. Ay sonunda planladığımız Bozcaada gezisi, beni üzüntülerimden kurtarmak için organize edilmiş gibiydi. Bu yıl yapamadığım deniz tatilini, en huzur bulduğum yerlerden biri olan Bozcaada’da yapmış oldum. Ayrıca geleneksel hale gelmiş gibi yine 30 Ağustos tatilinde Bozcaada’daydık. Bozcaada’yla ilgili geniş bir post sonra yapacağım. 🙂 Ama Adalı Pansiyon’a buradan teşekkür edebilirim. Sayelerinde tatilimiz daha keyifli hale geldi.

FNO geceleri kalabalıktan boğulan biri olsam da yine de Nişantaşı’na doğru yola çıktım. O gece için başka bir etkinlik daveti daha vardı günler öncesinden planlanmış. Yeni Rakı’nın Hilton’da bir daveti olduğunu ve davetli olduğumu sanıyordum. Ki hazırlanıp gittim, davete attending yaptığım için, ama sadece kapıda fotoğraf çekmek için çağrılmışız. Zarakol’un yaptığı bu ayıbı bir kenara yazdım ve asla unutmam.

Sinirim bozulsa da gecemizi zehir etmemek adına sevgili blogger arkadaşlarım Billur Saatçi ve Alışveriş Cini’ni ziyaret ettikten sonra, Sevcan’la birlikte soluğu Pipa’da aldık. Pipa gerçekten çok keyifli bir yer, yemekleri de bir o kadar lezzetli, kesinlikle tavsiye ediyorum.

Eylül ayının ilk konseri Ebru Gündeş konseriydi sanırım. “Ne Ebru Gündeş mi?” diyenlere cevabım “Evet.” Çocukluğumdan beri bütün şarkılarını ezbere bilirim. Sesi bence çok güçlü. İçimdeki arabesk yanın sesi kim diye sorarsanız da kesinlikle Ebru Gündeş. 🙂 Konser de harikaydı. 🙂

Eylül ayı etkinliklerinden biri de İstanbul Modern Sinema’da gerçekleştirilen “Biz de Varız!” adlı film gösterimlerindendi. “Lal ve Gece” yi izlemeye Gökçin’le birlikte gittik. Yönetmen Reis Çelik’in, Nuri Bilge’den ve Zeki Demirkubuz’dan etkilendiği oldukça belli oluyordu. İlyas Salman’ın uzun yıllar sonra oynadığı ilk film olan Lal ve Gece’de dikkate değer isim ise, Dilan Aksüt’tü.

Sezon açılışları yavaş yavaş başlarken, ilk açılışımızı yapmadan önce Esra ile kendimizi Sushi Express’e attık. Sushiye dayanamayan bir ikili olarak servis çok yavaş olduğu için sabırsızlansak da, Sushi Express’in ilgili servisi ve ikramları sayesinde kızamadık.  Yemeğin ardından da Ghetto’nun açılışına gittik.

Arka arkaya gittiğim iki konser Beirut konseri  ve İlhan İrem konseri  biri bu sene gittiğim en iyi konserken diğeri en kötüsüydü.

Beirut konseri bir masal gibiydi. Senelerdir bekliyordum ve beklediğime değdi. Yalnız bu senenin konseri Beirut muydu yoksa Morrisey mi, ikisi arasında kararsızım.

İlhan İrem ise bir felaketti. Keşke “Bir İlhan İrem vardı ne oldu ona?” sorusu cevapsız kalsaydı, bu kadar büyük bir kalabalığın önüne çıkmasaydı, bu kadar hazırlıksız olması, sesinin detone ötesi olması çok kötüydü çok… Biz de Gökçin’le kendimizi ilk yarının sonunda Taksim’e attık 🙂

 

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.