Alaçatı

Havaların ısınmasını ve canımızın çok sıkılmasını fırsat bilip, Campaign’den arkadaşım Merve ile Mart’ın son hafta sonu Alaçatı’nın yolunu tuttuk. Maksadımız kafa dinlemek, biraz İstanbul’dan uzaklaşmaktı. İyi ki de gitmişiz! O kadar iyi geldi ki o üç gün.

Alaçatı’nın en merkezi yerinde kaldık, Sailors Otel’de. Otele ilk anda bayıldık. Odamızı da çok sevdik. Ayrıca otel sahibesi Gülay Hanım ve güler yüzlü çalışanları sayesinde kaldığımız üç gün boyunca rahat ettik.Yalnız yazın geldiğimde kalmak için bu oteli kesinlikle tercih etmem, çünkü Alaçatı meydanında ve çok gürültü oluyor. Sezonda kafa dinlemeniz mümkün olmaz. Biz Mart sonu Nisan başı gitmiş olmamıza rağmen Pazar günü kahvaltıya gelen çocuklu ailelerin seslerinden rahatsız olduk. Neyse ki akşam kimseler kalmadı ve sokaklar bizim oldu 🙂 Biraz korku filmi havası vardı kimse olmadığından, orası ayrı…

Gittiğimiz gün Alaçatı pazarı vardı. Bizim de ilk işimiz pazarı gezmek oldu. Taze çıkmış enginarlardan alıp, eve getirmediğim için çok pişman olsam da, sezonun ilk çileğini yeme şerefine nail olduk 🙂

Pazarı gezdikten sonra Ilıca’ya gidelim dedik ve Cumartesi günümüzü Ilıca’da geçirdik. Güneş henüz çok ısıtmasa da biz üzerimizdekilerle güneşlendik.

Merve’nin zıplayan fotoğraf çektirme konusunda usta olduğunu bu tatilde öğrendim. Ben çok acemiyim ama Merve’den biraz taktik öğrendim. İleriki günlerde ben de yukarıdaki gibi pozlar verebilirim 🙂

O kadar fotoğraf çekiminin ve zıplamanın üzerine gidecek en güzel şey, Kumrucu Şevki’de yenilecek olan kumruydu tabii ki. Koca bir kumruyu nasıl yedik anlamadık. Lezizzdiii 🙂

Kumrumuzu yedikten sonra, kitaplarımızı okumak ve sohbet etmek üzere sahildeki açık yerlerden birine oturduk. Okuduğum kitabın adı Merve’nin çok ilgisini çekti ve kitabın adından yola çıkarak edebi bir sohbet bile yaptık 🙂 Öyle bir havada, öyle bir ortamda şair bile olabilirdik az kalmıştı. “Peruk Gibi Hüzünlü” üzerine yaptığımız sohbetle yetinmedik tabii ki, ertesi akşam otel odamızda Van Gogh’tan Theo’ya Mektuplar’dan bölümler okuduk :))

İlk akşam yemeğimizi Karina Restorant’ta yedik. Kalkmadan önce de iyi ki bu fotoğrafı çektirmişiz. Yoksa doğru düzgün bir fotoğrafımız bile olmayacaktı tatilden kalma. İki kişiyle tatile çıkmanın böyle zorlukları oluyor işte. Bütün fotoğraflar tek olmak zorunda kalıyor 🙂

Karina’nın mezeleri lezzetliydi. Ama orayı bırakıp Alaçatı Caz Festivali kapsamında, Elif Çağlar Muslu ve Neşet Ruacan’ı dinlemek üzere Bu’ra ‘ya gittik.

İlk günümüz böyle geçti. Ertesi gün uyandığımızda önce güzel bir kahvaltı yaptık. Uzun uzun…

Sonra hedefimiz bisiklet kiralamaktı. Araştırdık ve Naciye Teyze Konağı’ndan bisiklet kiralayabileceğimizi öğrendik. Binbir hevesle bisikletlerimizi kiralamak üzere otelimizden çıktık.Bisikletleri kiraladık ve adamın bize beş kilometre bisikletle gidebilirsiniz dediği yola koyulduk. Ama yollar öyle kötüydü ki! Toz, toprak! Bütün gün için kiraladığımız bisikletleri bir saat içinde nasıl geri götürdüğümüzü bilemedik. Resmen canımız çıktı. Halimiz içler acısıydı.

Bisikletleri bırakmadan önce bir poz da bisikletlerimizle çekilmeyi unutmadık tabii ki.

Yorgunluğumuzun üzerine bakkaldan Niğde gazozlarımızı kaptıktan sonra,

lokmaa, lokmaa diye krize girmişken sokakta lokma dağıtıldığını gördüğümüzde nasıl sevindiğimizi anlatamam.

Ve sonra Alaçatı sokakları…

Sonra da sörfçüleri izlemeye gittik.

Ve sürekli yemek yemek üzerine kurguladığımız gezimizde kumrudan sonra yediğimiz en güzel şey.

Ferdi Baba’nın kalamarı. Alaçatı Marina’da küçük bir ziyafet çektik kendimize 🙂

Pazar akşamı Alaçatı boşalmış, bize kalmıştı.

Ve geri dönüş zamanı geldi…

Alaçatı” için bir yorum

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.